13 Ağustos 2013 Salı

7-11 Ağustos 2013

07.08.2013 gecesi 23:45'te Söğütözü'nden İskenderun'a Ulusoy ile yolculuk başladı. Yolda birazcık daha erken ve fazla uyuyabileyim diye 21:00-23:00 arası içilen 4 bira beklenenin aksine, yolda tuvalet ihtiyacı olarak geri dönmedi. Koltuklar 2+2,  Aksaray'da Kampüs dinlenme tesisleri, Adana otogar, otoyoldan Dörtyol'da çıkış, İskenderun'a kadar her yerde duraklama. Saat 8:00'de İskenderun totogardayız. Bilmediğim bir şey değil ama insan umuyor yine de değişmiştir diye. Sadece Aşti trafiği ve kalabalığı çekmemek adına (belki de biraz daha az çocuk ve daha kısık sesle konuşan insanlar) çekiyoruz işte Ulusoy'u da.Bilet fiyatları: 46 TL X 2 (GS Bonus İndirimi dahil)
İskenderun'da taksiyle eve gittikten sonra bizimkilerin hiç çıkmayın hadi yazlığa demeleriyle Arsuz tatilimiz başladı. Açıkçası sıcağından ve özellikle deniz sıcaklığından dolayı aşırı beklentisiz gittiğimiz bu tatilde Arsuz bizi şaşırttı. Perşembe sabahı kahvaltıdan sonra PTT evlerine yakın olan plaj oldukça tatmin etti bizi. Oldukça temiz,berrak denizi ve mükemmel incelikte kumu iyi hissettirdi.Deniz sıcaklığı girildiğinde tiksinmeyecek kadar serin diyebileceğimiz seviyedeydi. 


Öğleden sonra ablamların gelmesiyle eve de bir uyuşukluk çöktü. Dinlenme ve uyuma ile geçti neredeyse tamamı. Akşam ise sitenin içindeki parkta 12:00'dan 3:00'a kadar bira eşliğinde sohbet ederken Arsuz'da hiç olmadık şey oldu. Serin oldu ve çok da az olsa üşüttü insanı. Devamında Ayrancı'da geldi, onla da Özge'ye Damla Sitesi 101 dersi verdik ama ders veren zevk alıyordu asıl olarak zaten.

              

O gece Özge ile sohbette aldığımız karar bu bayram tatilini yıllarca hatırlanacak hale getirdi.  Babamın yıllardır istediği ama arkadaş bulamadığı tekne turu olmadıysa da 3 saatlik yüzme turuna en kötü 3 kişi gidelim dedik. Ertesi gün bizle birlikte 18 kişi katılıyordu bu tura. 1. kattaki komşular adamın ismini unuttum ama karısı tam bir şahsiyet Nuray Hanım ve 2 çocukları Mediha ve Emircan, Kemal-Sevgi-Başak, en son gördüğümde bacak kadar olan kuzeni şimdinin havalı üniversitelisi İlkan ve annesi, Bizden de Peder, Valide, Gülman, Burçin, Berke ve Ahmet-Saime. 

Bir canavar yaratmıştık, 3 kişiyle başlayan planlarımız nasıl bu hale geldi peki? Komşulara da soralım en azından sormazsak ayıp olur taktiğiyle hareket ettik, herkesin de tekne turuna çıkası varmış meğersem. Ama kadro genişlerkenki annemin şenlik havasını unutmam artık hiç. Bir de İlkan'ın annesi düğüne mi ne gidicekmiş, 18 kişi gidiyoruz diye 60 kişilik tekneyi bizim belleyip saat 3'teki günlük turun saatini daha erkene aldırmam için adamlar konuşmamı istedi annem. Erken gidip erken gelsinmiş tekne. Bunun aşırı absürd bir istek olduğunu anneme anlatamadım bir türlü kadın ikna olmadı. Ahmet'lere telefonla teklifimizde ise dur benim bi tanıdık var daha ucuza ayarlarız dedi. 3 saatlik yüzme turunun adam başı fiyatı 10 tl. nasıl kafalar bunlar hiç anlamıyorum da neyseki kendi tanıdığı da benim ayarladığım adam çıktı. Arsuz'da tekneyi beklerken Burçin'in 2,5 lt'lik kola ve bilimum yiyecek içecek aldığı ama plastik bardak almadığı gibi büyük çaplı bir kriz daha çıktı. Tamam, biz gider alırız dedik, teknede bira olayını konuşalım da hele bir. Adam haklı olarak ben alırım abi biraları dedi, sonra da oldukça makul 7,5 tl'ye sattı. Burçin'in default uyuzluğu dışında teknede keyfi kaçık olan Saime'ydi sanırım onun da nedenini hiç bilmiyorum, bilmek de istemedim.

İşte rüzgar-dalga bahanesiyle gitmesi gereken yere gitmeyip, Arsuz Hotel açıklarında demir atınca denize girmeler başladı. Bizim biralarımız var 5 dakika sonra gireriz diye beklerken yaşlı delikanlılar girmişti. Pederin 3 kulaç yüzdükten sonra suya sırtüstü yattığında suratında çocuksu bir mutluluk yakaladık Özge'yle beraber, biliyorum romantik ama sırf o an için bile değermiş tüm çabalar. 
 

İskeleye yanaştırdığı asma platformu açıp atlamak için hizmetimize sununca yaklaşık 3,5-4 metreden atlama fırsatı da çıktı karşımıza. Normal balıklamada sıkıntı olmadı da 2 kez ters atladım ve özellikle birinde ters girdiğim için bacaklarım yandı, ilginçtir hayatımda ilk kez ters atlamaktan dolayı yandım ve baldırlarımda 2 yerde şerit halinde morluklar oluştu.Bu da yeni çıkmış: "Hiçbir mavi, Akdeniz'den güzel değildir." Arsuz Hotel. İyi Atatük dememiş bari.
 

Tekne turu dönüşü 2,3 kilo çupra+levreğe 30 tl, yarım kilo kalamara da 10 tl verdik. Ucuz memleket gözünü sevdiğim. Evde mangal keyfi ama bir kez daha kanıtlandı, 100 defa et, 25 defa tavuk, 1 kez balık. Balığa verdiğim değer bu kadar kimse kusura bakmasın.
O akşam müthiş baş ağrısı 3-4 saat felçetti beni. Gece 2:30 gibi eve giderken yine 3'er tane bira içmiştik.
Ertesi günün gecesinde dönüş yolculuğumuz vardı. Sabah 11 gibi havuza gittik. 40 defa anlatılan 20.000 tl'ye alınmış havuz temizleme robotu sayesinde havuz hiç de temiz değildi ama temizdi dedik. 
Öğleninde Berke'nin kusmaları, Burçin'in uyuz hal hareketleri, akabinde İskenderun'a direkt hastaneye, çocuğa serumu dayamışlar zaten.
O öğleden sonra Valide ve Pederle, ana teması Berke'nin genel yetiştirilişi olan 3 saatlik falan konuşma yaptık. 30 yıldır çocuklarıyım, ikisinden de beni şaşırtacak şeyler duydum ki neredeyse 20 yıldır böyle şeyler duymamıştım. Bu konuya ciddiyetle yaklaşıp birşeyler yapmamız gerekiyor. Herşeyi panikle karşılama, aşırı heyecan, sürekli yüksek sesle konuşma ve bağırma dışında orjinal ve arıza bir aile olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz.

Akşama doğru Ömer eşi ve çocuğuyla geldi, onlar da kalktıktan sonra saat 8 civarı bavulu toplayıp, bagaja attık ve SEM Usta denen yere kebaba vurmaya gittik. Aşırı yoğunluk sonucu çok bekledik, açıkçası kebap ortalama üstüydü ama aşırı da güzel değildi, baharatı azdı ve tadı köfteye kaçıyordu. Asıl orda tepsi kebabı yemek lazım, başkalarının masalarında çok güzel görünüyordu. 

Devamında Nazire Hanım'ın elini öptük. Yolda babamın Karaağaç üzerinden arap aksanıyla dalga geçmeye çalıştığı 2 hikaye (Biri Şeyh [32 defa şıh şıh demiş olabilir] üzerine kumaş mı sarmış-ii kim sardı bunu buraya mı ne demiş - diğeri de Karaağaç'tan çıkma milletvekili mecliste pencereyi kapatır mısınız cereyan yapıyo demiş.) 

Hikayeler zaten komik değil + Babamın arap aksanı taklidi komik değil = Totalde komik

Neyse, Nazire Hanım şaka maka 83 yaşında sanırım, çaktırmadan nene oluverdi. Üstüne ısrarlara dayanamayıp (hatta nasıl olsa dayanamayız diyerek hiç itiraz etmedik) AVM'den geçmiş doğumgünü hediyeleri. Girip çıkmamız 20dk. Koton'dan bana havalı gömlek (45tl) Özge'ye sarımsı elbise (90 tl). İyi alışveriş.
Son yapmamız gereken künefe yemek. Babamın bu konularda anlamadığım şekilde basite kaçması çok saçma geliyor. Takmış durumda olduğum Adana'ya gidince Hasan usta denen McDonalds kırması fastfoodçudan kebap yemeleri  İskenderun'da da Kral Künefe tercihi. Israrımla Petek pastanesi. Petek pastanesini 4 kişi 4 koldan öv öv bitiremedik. Babam ezbere burada künefeye 10-12 lira verirsin ama değer muhabbeti yaptı. Sade Künefe=6 tl, Dondurmalı Künefe=7,5 tl. ahh bu ezberler...
Dönüşümüz 23.45 2+1 rahat koltuk express Has turizm. 2+1 olayını sanayide yaptırmışlar gibi. ama yine de fena değil. fiyat:55 TL. İşte Ulusoy'dan farkı saat 7:00'da Ankara'dayız. 07:10'da evde. 

Öğlene kadar uyanamadık. Akşamın etkinliği de belliydi zaten. Süper Kupa maçı. Erçin de gelince ve Özge de izleyince zevkli oldu. Özge'nin amacı 34. dakikada Her yer Taksi, Her yer Direniş diye bağıralacak mı merakıydı. Olmaz dedik, olsa bile azıcık olur, ses gelmez dedik, nitekim öyle de oldu. Garibim maç bitince bağırırlar belki falan dedi. Romantiklik böyle birşey de karşısında da iç anadolu insanının genel profili var işte.

Maç hakkında konuşmayayım. GS daha iyi olmasına rağmen yavan bir maçtı. Sezon başında derbi fikri cezbetmiyor beni. Süper Kupa maçını Ocağa alsınlar, takımlar tam üst düzeydeyken 1 aylık araya girmeden önce kapışsınlar işte tam güç.

Olsun Drogba yine de iyi koydu.


6 Ağustos 2013 Salı

04.08.2013


Kahvaltı'da Dominos. Extravaganza iyi diğerine malzeme koymayı unutmuşlar. Beklenen akşamdan kalmalık duşa rağmen vurdu öğleden sonra. Bahadır hala İstanbul-HerYer uçak bileti bakarken, 4 gibi evden çıkıp Çıtır Cafe-Pub'da 3-4 bira 7 gibi kadroya Barış da eklenince taksiyle İTÜ stadına gidiyoruz.
Konseri anlatabilmem mümkün değil. Birkaç cümle kurabileceğim sadece. İlk 3-4 şarkı ile ilgili hiçbirşey hatırlamıyorum. Duvara tosluyoruz yani. Sonra biraz şoku atlattık derken ilk yarı bitiyor. Bu arada İstanbul konserine özel Gezi direnişi konuşması, hayatlarını kaybedenlere saygı duruşu tabi çok önemli şeyler, konsere ayrı bir anlam katıyor.


İlk bölümün en güzel Mother'dı sanırım. 
Mother, should i trust the government?
2. bölümde arka arkaya Vera/Bring the boys back home/Comfortably numb izanımı s.kti. Bir ara kendime geldiğimde sadece benim değil herkesin uzun süren bir aptallaşmadan geçtiklerini farkettim. Gerçekten ne tapacağımızı bilemiyorduk. 

Bring the boys back home gibi orkestral bir şarkıda ses düzeninin evinde kulaklıkla dinliyormuşsun kalitesinde ve yüksekliğinde olması + görseller + duygusallık düşmeden önceki yumruğu attı. Tam acaba toparlar mıyız derken Comfortubly Numb bitirdi bizi. Ağlattı. Ama gerçek anlamda gözümden yaş geldi. Sonra In the Flesh...
Çok fazla bir şey yazamıyorum hatta yazmamam lazımmış gibime geliyor. Sadece bitmesin istedim, bitince de iyi ki gelebilmişim dedim, çok şanslı hissettik kendimizi. Evladiyelik anılarımız oldu. Hemen bir kez daha nerede izleyebiliriz diye tour detaylarına baktım. 21 eylül son - Paris, Sade de France. 30 Ağustos Sofya ama en dikkat çekici 4 Eylül Berlin, Olimpiyat stadyumu.

03.08.2013

Özge, Erçin, Ben 12:00 Nilüfer Turizm ile yola çıktık. Hadi otobüs firması yorumu da yapayım: Nedense bana şimdiye kadar iyi gelen bu firma için bu yolculuk özelinde boktan diyeceğim. Otobüs şoförünün saçna hızlanma-yavaşlamalarına yolculardan tepki geldi artık istanbul girişinde. Şoför de siz işinize bakın ben burada konsantreyim ve sürüyorum diyerek atara giderle karşılık verdi. Kavacık'tan Beşiktaş'a gitmek için bindiğimiz servisin şoförünün de allah belasını versin, 2. köprü çıkışında bir ara 150'leyle falan gidiyorduk, Barbaros'ta yazıhanenin önünde az ilerde Çarşı'nın orada indirebilirsiniz değil mi sorumuza da cevap vermeyip artistlik yapınca nasıl olsa iniyor olmamızın verdiği gazla ben de adama patladım(patlamaya gel; adama dediğim laf "başkasına laf yetiştireceğine soruya cevap versene")

Neyse Bahadır'ın, karşıya taşınmış Olimpia Pastanesinin arasındaki, kendiğiniden camiili apartmanın çatı katında ama terassız evinde biraya başladık. İzmir'den katılan Can'ın tükenmez enerjisi yordu valla ara ara. Bahadır'ın ev arkadaşı gibi değil gibi olan NTV^de çalışan Merih'le de uğraştı baya Can.

20:30'larda başlayacak rakı-balık organizasyonuna gelin diye aradığım ama gelmelerini ummadığım 2 çift arkadaşım ve de kuzen de gelince ben de ev sahibi gibi hissetmeye başladım. Öncesinde BeerPort'ta birer bira...

Aterina Balık, Beşiktaş Balık pazarının hemen yanında. Mezeler güzel sayılır, balık ortaya gelen mezgit, hem güzel değil, hem de sıcak değil. Gerçi zaten doyulmuştu balığa kadar ama olsun. 3 tane 70'lik açılmış, güya bir tanesi de yazılmamış ama hesap kol gibi: 950 TL. İlk 11 şöyleydi:
Halil
Çağrı-Emir-Can
Mustafa-Erman-Bahadır-Erçin
Özge-Mine-Selin

Mekan sonrası ilk olarak Ahmet Kaya-bira-kokoreç 3'lüsü için Kartal Kokoreç'in yolunu tuttuk. 

Kandaki alkol oranı iyice yükselince gece 3'te Abbasağa'ya kendi forumumuzu yapmaya giderken yolda Çağrı-Selin'in bizim gittiğimiz ara sokaktan gitme tercihlerini de manidar bulup yeni arabaları üzerinden saçma muhabetin dibine vurduk. Tabi bir parkta da ülke sorunlarından ziyade kendi sorunlarımızı masaya yatırdık.
Yarın büyük gün, ama baş ağrısıyla kalkacağımızdan da eminiz.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

02.08.2013

Yer: Ev - Saat: 21:00
  Torrent
Kimle: Özge, Erçin, Gaye

  The Wall (1982)

 -  Drama/Musical - UK- IMDB Note: 7,8

2000'lerin başından beri en sevdiğin grup ne? sorusuna süşünmeden verdiğim tek cevap olan Pink Floyd'un The Wall'ını neredeyse izlememiştim şimdiye kadar. Mart'ta The Wall Live Tour - İstanbul biletlerini alınca da bu filmi konserin hemen öncesinde izleyelim diye konuşmuştuk. Gerçi Özge izlemem taraftarıydı hala ama ısrarlarıma dayanamadı o da. 

Film üzerine çok yorum yapacak değilim. Roger Waters'ın tükürük olayı sırasında aklına gelen ve neredeyse baştan sona tek başına oluşturduğu albüm en sevdiğim Pink Floyd albümleri sıralamasında The Wall ilk 5'e giremiyor. Tabi albümde In the flesh, One of my turns gibi favori şarkılarım ve dünyanın en iyi 3-5 solosundan birine sahip olan Comfortably Numb var.

Filmle ilgili Bob Hoskins'in oynadığını unutmuş olmam dışında başka birşey demeyeyim.

Ama Pink Floyd'un herhangi bir albümüne bile salt müzik olarak bakılamayacağı gibi bu filme de film olarak bakmak haksızlık. 

Tabi bunları yazarken bir insanın izleyebileceği en güzel şeylerden (evet şey, konser demek haksızlık) birini izlemiş biri olarak yazıyorum. Beynimin bazı bölgeleri ilk kez çalıştı dün gece ama bunu ayrıntılı yazmaya çalışacağım zaten blogdaki günlük formatına uygun olarak.


 

2 Ağustos 2013 Cuma

Alper Kamu Cehennem Çiçeği - Alper Canıgüz


Alper Canıgüz'ü ilk olarak Gizli Ajans ile tanıdım ama açıkçası eğlenceli bulmama rağmen samimiyetsiz bir absürdlük kitabıydı bence o. Şimdi üstüste Oğullar ve Rencide Ruhlar ve bunu okuduktan sonra bu iki kitaptaki kurgu benim okuyucu aklıma çok daha yakın Gizli Ajansa kıyasla.

Şöyle açıklayayım: İlk kitapta da bunda da Beşiktaş'ta meyhanede ya da evde kurulan içki sofraları ve kişilerin birbiriyle uğraşması diyeyim en hafif tabiriyle, Gizli Ajans'ta Mykonos'a gitmeden önce de vardı ama bu laf sokmalar, atışmalar bile daha samimi geldi, Gizli Ajans'takinden. "Gizli Ajans ile bu seri karşılaştırılır mı mal mısın?" diyene de saygı duyarım. Yani saygı duymam öyle konuşursa da karşılaştırılabilir de karşılaştırılamaz da diye cevap veririm.

Bence ilk kitaptan bile daha başarılı bir 2. kitap. Hiçbirşeye kendimi aşırı kaptırmama ve karşıdakinin argümanlarını dinlemeden öyle atıp tutmama huylarıma rağmen ayrıca kitap okuma konsantrasyonum oldukça düşük olsa da Alper Kamu sevdiğim bir karakter haline geldi ve bu kitap da daha da oturmuş.

Dünyayı omuzlarinda tasıyan kızın hikayesi sonuna çok güzel olmuştu gerçekten. Alper Kamu'nun babasının nasıl bu kadar iyi baba gibi baba ama nasıl bu kadar puslu, her an intihar edebilecek bir karakter gibi algıladığımız hakkında da bilgiler aldık bu kitapta.

Kontrol ettikten, kesinleştirdikten sonra yazmam gereken birşey ama burası nasıl olsa kendime hatırlatma yapmak için oluşturduğum bir yer. Yazayım: 1. ve 2. kitapta da geçen Kız Tevfik (Fikret miydi acaba) Mahir Ünsal Eriş'in 2 kitabında ayrı perspektiflerden aynı hikayeyi anlattığı Genelev- Çocuk konulu hikayedeki Kız Tevfik karakterine bir gönderme mi acaba? Tabi sanırım ilk kitapta(2009) da geçiyordu Kız Tevfik, bu durumda Mahir Ünsal Eriş ilk kitabı "Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde'de "(2012 - Bu kadar güzel kitap ismi de zor görülür) kız Tevfik karakterini alıp geliştirip, başkalaştırıyor. (edit)

Tabi bu bağlantı büyük ihtimalle yok, hatta belki birinde Fikret birinde Tevfik (aklım nasıl da karışmış, birleştirince Tevfik Fikret, tam bir disfonksyon aslında) ama bu aralar aslında son 2-3 yıldır nasıl da düşük konsantrasyonda okuduğuma bir örnek: Bilerek yapmadım ama amaan nolacak diyerek, Mahir Ünsal Eriş'in hikayenin ilerlemesi bakımından değil de perspektifin değişmesi bakımından devam niteliğinde sayılabilecek 2. kitabını ilkinden önce okudum. Sonra kafa gitti tabi bende.

Sayılarının ve kalitelerinin artması memnuniyet verici olan yeni dönem Türkiye edebiyatı kitaplarına aşırı yönelerek benzer şeyler okumak güzel ama kolaya kaçmak oluyor. Özge'yle "yazarın yazdıkları, karakterinden bağımsız değerlendirilebilir ve sevilebilir mi?" konulu kadim tartışmamızın örneği Murat Menteş'e şans verdikten ve Ercan Kesal - Peri Gazozuna okuduktan sonra biraz uzaklaşmak gerek bu sulardan, bir hava alıp gelmek.

Bu kitapla ilgili bir de şöyle birşey var; D&R'dan internetten aldık, imzalı geldi, nasıl olduysa. Özge'nin bunu görüp, şaşırıp, anlamaya çalıştığı birkaç saniyedeki hal ve hareketlerini hiç unutmam sanırım.








  • Neyi beğendin? - Artık kafamda 5 yaşında, olgun, hangi durumda ne yapar bilebileceğim, hiç büyüyemeyecek bir çocuk var. 
  • Seri devam eder mi? - Bilmiyorum ama Baba üzerine gidilsin, mesela gençliğine dönülsün isterim.
  • Kafanda soru işareti? - Yazı karakteri büyüklüğü ve satır boşlukları kitabı 30-40 sayfa şişirmiş. Kağıda acımakla birlikte nedenini merak ettim.
  • Aklında ne var? -  "Kısa 20. YY Tarihi'ni" yeni dönem Türkiye edebiyatı arasına daha çok sıkıştırmak.
edit: Gerçekten de biri Fikret biri Tevfik'miş. Ama Gizli Ajans'taki rakı sofrası ve laf sokma muhabbetlerini karşılaştırmamda bir keramet varmış. Rakı sofrasında oturanlar yine aynı isimler: Kız Tevfik, Tahtakafa, Amcabey.

1 Ağustos 2013 Perşembe

01.08.2013



Yer: Ev - Saat: 23:30
  Torrent
Kimle: Tek Başımla

Fargo (1996)

 -  Crime/Drama/Thriller - USA/UK- IMDB Note: 8,2

Jerry Lundegaard's inept crime falls apart due to his and his henchmen's bungling and the persistent police work of the quite pregnant Marge Gunderson.
Uzun süredir izlememekten dolayı eksikliğini yaşadığım ama izlemedikçe izlemesi daha da zorlaşan filmlerden biri olduğunu düşündüğüm bu film yağ gibi akıp geçti.
Yine Akademi ödülleri sicilinden özet bilgi vermeden önce bu sefer şöyle bir açıklama yapayım: Oscar ne ki yaa? argümanını tamamen reddetmemekle birlikte Oscar'ın genelde işe yarar bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum, özellikle ABD yapımı filmler için. 
Dünyada o kadar çok film çekiliyor ve bu filmerin içinde o kadar kaliteli yapımlar vardır ki muhakkak aklımız almaz. Aday adaylığı süzgeçlerinden geçerken bazı yapımlar haksızlığa uğruyordur mutlaka ama bu ödül kazanan filmlerin kazanmayı haketme/haketmeme bir yana yine de bazı yönlerden diğer binlerce filme kıyasla ön plana çıktığını gösterir.
Oscar ödülü gibi IMDB notu da kriter değildir argümanına da tabiki değildir diye cevap verebilirim. Notu 2.3 olan filmi izlemek isteyen kişiye kimse engel olamaz, her bir film her bir insanı farklı türlü yakalayıp bambaşka hisler hissettirebilir. Ama IMDB puanı ile Oscar (diğer bütün film festivallerinin ödülleri de benzer şekilde) alma olasılığı arasında doğrusal bir ilişki göz ardı edilemez. Kısaca, insanların genelinin sevmediği, çok kötü bulduğu filme bireysel olarak çıkıp "ben çok sevdim ya" diyenler mutlaka olacaktır ve olmalıdır da ama kimse kusura bakmasın bu filmelere "genel olarak kötü bir film" denir ya da denebilir.
İnsanoğlu zekası sayılabilir şeyleri sıralamayı sever, sayılamayan şeyleri de belli kriterlere göre sayılabilir hale getirdikten sonra sıralar. Bu sistemde mutlaka arada hakkı yenenler olacaktır ancak şu benzerliği de belirtmem lazım; ne yazık ki ÖSS de IMDB puanı gibi genel hatlarıyla geçerliliği olan bir sıralama sistemdir. 

Acı ama gerçek: ÖSS hiçbirşeyi ölçmüyor = IMDB benim için hiç birşey ifade etmiyor.

Oscar'dan bahsedecem diye kendimi kastıktan sonra Coen kardeşlerin favori kadın oyuncusu Frances McDormand'ın 4 kez aday olduğu ödüllerden tek kazandığı bu filmdeki rolüyle gelmiş. Aşırı mı iyiydi? O kadar değil ama iyiydi ancak bu  kadını her rolü oynayabilecek yetenekte görüyorum ve bu yeteneğiyle Christopher Waltz'a benzetiyorum ama asıl söylemek istediğim McDormand ile Waltz sima olarak da birbirlerine benziyorlar bence. Tabi biri Avusturya biri ABD doğumlu ve kısacık bir araştırmada hiçbir ortak nokta bulamadım McDormand'ın aktris, Waltz'ın aktör olarak algıladığım beynimdeki noktalar birbirine ne kadar yakınsa artık fiziksel olarak da benzetiyorum.
Filmin karlar içindeki dış mekan çekimleri bir kış sever olarak ve izlediğim tarih itibariyle ilaç gibi geldi. Başından beri patlak vereceği belli olan bir planın nasıl patlak verdiği hikaysini izliyoruz adım adım. William H. Macy 90'larda adeta üzerine yapışmış(ancak Shameless ile atabildi zaten) ezik, looser karakterlerinden birinde yine. Steve Buscemi ile Peter Stormare 2 tane koyun güdemeyecek konsantrasyon eksiklikleriyle skandallara davet çıkarıyorlar. İşte aslında filmin güzelliği; oturmuş karakterlerle, az çok ne olacağını tahmin ederek hem de hiç yanılmadan sonuna kadar izletiyor kendisini ve karakterlerin önünde sonunda başlarına gelecek olayları. Tabi bunda yaklaşık 90 dk. gibi kısa bir film olmasının da payı var sanki.

  • İndirip izlemeye değer mi? - Kesinlikle zaten sinemaseverin izlemesi gerekli filmlerden.
  • Beklentileri karşıladı mı? - Yaani
  • Ne öğrendin? - Kötü planlar, yeteneksiz kişilerle buluşmamalı.
  • Bundan sonrası? - Burn After ReadingRaising Arizona


31.07.20103

 Yer: Newcastle Pub No:1 - Saat: 21:30
Maç:Redbull Salzburg 1 - 1 Fenerbahçe
Kimle: Erçin

Normalde ben GS maçlarına götürmüştüm FB'li arkadaşlarımı birkaç kez ama bu sefer tersi oldu. Yürüyerek gittik, 20:30 gibi mekanda olduk, bahçe full doluydu ve her zaman yorulan, saygı duyulası garson abi için normalden daha da zor bir gündü. 

Tanıl Bora'nın endüstriyel futbol - Salzburg konulu yazısını konuştuk. 

Fenerbahçe net olarak şu an iyi takım değil. Belki hazı değillerdir belki de hiç hazır olamayacaklar. Kanatlara, ceza sahası çevresine topla rahatça gelebilen salzburg hücumcuları bir tık daha kaliteli son hareketleri becerebilecek kapasitede olsalar farklı olurdu. Zaten gol de öyle geldi. Göğüs kontrol ve aşırtma gibi 2 ince hareketi üstüste denk getirebilen Alan golü attı. Son dakika gelen golle beraber İstanbul'da FB eler o ayrı.

FB'nin gol sevincine Taksim'in T'si dediler, gaz maskesi işareti dediler 
ama sonra da değil dediler, takip edemedim sonrasını. 

  • Gidilmezse olmaz mıydı? - Olurdu ama arkadaş işte. CL'si var daha bu işin.
  • Ortam nasıldı bari? - Ankara'da en rahat maç izleme yeri
  • Ne içtin? - 1 Guinness Pint - 3 Carlsberg 50 cl
  • Hesap ne tuttu? - 42 TL
--------------------------------------------------------------------------------------
 Kitap: Alper Canıgüz - Alper Kamu Cehennem Çiçeği

30.07.2013


Yer: Armada - Salon 5
Saat: 22:00 - Kimle: Erçin, Alper





Wolverine (2013)

 -  Action - Adventure - Fantasy  - USA - IMDB Note: 7,2 

Summoned to Japan by an old acquaintance, Wolverine becomes embroiled in a conflict that forces him to confront his own demons. 

Sinemada izlediğim ikinci X-men serisi filmi oldu bu X-Men Origin'den sonra. O filmi de hatırlamıyordum zaten. Böyle filmleri izlemeyi çoğu zaman seviyorum ama dürtükleyen biri olması gerekiyor. Erçin, Alper ve ben gittik. Alper'deki davetiye sayesinde bedava girdik, bilette arıza vardı ama aynı zamanda, okutamadılar, aslında bilet de kesemediler bize, hatta gözlük hizmet bedeli 2 tl bile vermedik. Bitek Erçin kerizi para verdi.  

Öncelikle ben her bokun 3 boyutlu olmasına artık baya baya karşıyım. Yine 3 boyutlu olmasa hçbirşey kaybetmeyecek bir yapım daha. 

Onlar serinin her filmini izlemiş, aşırı hastası olmasalar da, seriye hakim izleyiciler. Onların hayal kırıklığı filmde önceki filmlere göre çok az mutant olmasıymış. Ben ise karizmatik ve artık sadece kendi karakteriyle filmler çekilen Wolwerine'e yazılmış repliklerin yaratıcı olmadığı görüşündeyim. "Are you a hunter?" sorusuna, biraz bekledikten sonra "Not anymore" diye cevap veriyor. Tamam anlamlı falan ama işte beklentim yüksek oluyo böyle karakterlerde. Çerezlik film, üzerine kafa yormadan izle, geç. Film bitti yazılar çıktı, salonun ışıkları açıldı, hareketlendik çıkıyorduk da, sinemanın görevlileri çıkmayın bir sahne daha var dedi de öyle kaldık. Marvel'ın mı yoksa X-Men serisinin mi sonunda muhakkak sürpriz olurmuş, onu öğrenmiş oldum ben de. Yine de geniş bir zamanda 2000'deki ilk filmden başlayarak bütün seri izlenmez diye birşey yok.
Başroldeki Mariko'yu canlandıran Japon Tao Okamoto kelimenin tam anlamıyla bir içim su. Hanımı, 4 çocuğu, evi, işi terk edip bir aşk uğruna hayatı hayatı komple sikmeye değecek cinsten. (Bu mu çok güzel falan demeyelim, filmde çok daha güzel aslında diyelim)
 Hastası olmayanlar için:
  • Sinemada izlemesem olmaz mı?  - Hastası değilsen olur.
  • İzledin de çok mu etkilendin? - Yooo
  • Kesinlikle izlemeyeyim mi?  - Aslında izletiyor kendini.
  • Sinemada başka birşey yok, gireyim mi?  - Yok ya, gez dolaş, hava güzel.
  • Ya da sinemaya gitmesem mi ?  - Hava güzel zaten, dışarı çık, gez, dolaş
Not: Salon 5'te en arkadan bilet almaya gerek yok. En arkadan 3-4 sıra öndeki sıralar gayet ideal.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 Kitap: Alper Canıgüz - Alper Kamu Cehennem Çiçeği 

29.07.2013


Yer: Ev - Saat:18:00 
Kanal: Moviemax - Festival
Kimle: Özge





De Ontmaagding van Eva van End (2012)  

 -  Drama  - Netherlands - IMDB Note: 6,7

The members of a dysfunctional family begin to reinvent themselves thanks to the exchange student who moves in with them.

Filmin ingilizce adı: The Deflowering of Eva Van End.  
Deflowering: Bekaretini kaybetmek

Arıza karakterlerle dolu 5 kişilik Hollanda ailesi, küçük kızın (Eva) okulundan verilen dönem ödevi gibi bir sebepten dolayı 2 haftalığına bir Alman lise talebesini İngilizcesini geliştirmesi için misafir ederler. Her bir halttan anlayan, aşırı duyarlı, pozitif - kısaca tam bir gıcık -  Alman gencinin ziyareti tüm aileyi öyle bir etkiler. Ama öyle böyle etkilemez, önü alınamaz bu etkinin yani. Neredeyse hiç konuşmayan depresif Eva karakterini sevdim. Çok spoiler vermeye gerek yok zaten filmin isminden dolayı. Kırmızı kız montu giyen çocuğun olayını ve kırmızı kız montu muhabbetini hiç anlamadım.Ailenin evi çok güzeldi yalnız.

Geçen sene tanıştığım 50'li yaşlardaki Hollanda'lı ama uzun senelerdir Hollanda'da yaşamayan bir profesör sohbet sırasında Holanda TV'lerinde ne olup bittiğini bilmediğini ama genel olarak Hollanda sinema dünyasının yeteneksiz oyuncu ve yönetmenlerden ibaret olduğunu söylemişti. 
Not olarak belirttikten sonra hemen bir soruşturma: 1995, 1997, 2002 ve 2003'te yabancı dildeki en iyi film Oscar'ına adaylıkları var. 1995'te Antonia's Line, 1997'de Character filmleriyle ödülü kazanmışlar bile. Watchlist'e girebilirler pekala, demekki profesör biraz atış. Ayrıca 1973 yapımı Turks Fruit (Turkish Delight) isimli film ise 1999'da 100 yılın en iyi Hollanda Filmi ödülüne layık görülmüş. Bakmak lazım bir ara.

  • Televizyonda olmasa izlenir mi? - Hayır
  • İzledin de çok mu etkilendin? - Hayır
  • Kesinlikle izlemeyeyim mi? - Yok canım, o kadar da değil
  • TV'de başka birşey yok, izleyeyim mi? - İzle
  • Ya da kitap mı okusam? - Mantıklı
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Yer: Ev
Saat: 21:00  Civarı
Kanal: Moviemax - Festival
Kimle: Özge

Westwind (2011)

 -  Comedy | Drama | Romance  -  Germany IMDB  -   Note: 6,6


While training for sculling championship at summer camp in Hungary in 1988 East German teenage twin sisters meet young guys vacationing from Hamburg. In the meeting of east and west the bond between sisters is tested. 

Doğu alman lise talebesi kürekçi 2 kız kardeş (ikiz) Berlin'de yapılacak ulusal yarışlara hazırlanmak için hocalarının tavsiyesi ve gözetiminde Macaristan'da bir göle kamp yapmak için giderken, molada otobüsü kaçırmalarıyla beraber batı alman 2 gencin WW Beetle'ına otostop çekerek kamp alanına ulaşabiliyorlar. Hamburg'lu gençler de kamp alanının hemen yanında ama tel örgülerle çevrilmiş bir bölümde tatil gibi bişiler yapıyorlar. 

Bundan sonrası spoiler mı? : Evet, biraz

Kızların çok sıkı kamp kuralları altında çok sıkı çalışmaları gerek. Kızlardan birinin  gönlü Hamburg'lunun birine kayıyor. Aşırı sıkı kamp kuralları çerçevesinde gönül kayması yasak bir de batı Alman çocuğa kayması yasak ki nasıl yasak. Ama gönül bu işte kayıyor, çalışma konsantrasyonu dibe vuruyor tabi. 

Sonlara doğru batı çocuk doğu kıza gel seni Hamburg'a kaçırayım diyor. Olurdu, olmazdı, kardeşimi burada bırakamamdı, kürek ve lise kariyerimi bitirememdi, hem doğuluyum ben, batıya nasıl girecemdi gibi düşünceleri tartma safhası kısa sürüyor ve kabul ediyor. 

Bir tarafta 15 yaşındayken aşık olduğun için gönül kayması, diğer tarafta çok ciddi sonuçlar doğuracak batıya kaçış, ikizinle ilişki zedelenmesi, kürek ve eğitim kariyeri bitişi var. Ama hep kaçmayan kız açısından düşündüm durdum. Berlin'deki ulusal yarışlara kadar partner bulamayacağı bulsa bile uyum gerektiren kürek sporunda uyum sağlayamayacağı, uyum sağlaması için yeterli süresinin bile olmaması geldi ve üzüldüm.

  • Televizyonda olmasa izlenir mi? - İzlenir ama haberin olmaz ki.
  • İzledin de çok etkilendin mi? - Biraz
  • Kesinlikle izlemeyeyim mi? - Yok öyle birşey
  • TV'de başka birşey yok, izleyeyim mi?  - Bence İzle
  • Ya da kitap mı okusam? - Olabilir, sen bilirsin.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kitap: Alper Canıgüz - Alper Kamu Cehennem Çiçeği